Öneride bulun
Toplam yorum: 6000
Bu ayki yorum: 0

E-Dergi

nsaylan tarafından yapılan yorumlar

29.12.2010

Ermeni meselesi gibi Türkiye’nin gündemini ve canını sıkan sorunlardan birisi de Pontus meselesidir. Özelikle Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ülkeyi parçalamaya çalışan büyük devletlerin (!) uygulamaya koyduğu planlardan birisi de Karadeniz bölgesinde kurulacak Pontus devletiydi. Pontus meselesi Tanzimat’ın gayri Müslimlerle ilgili hükümlerinden ortaya atılmış, İngiltere, Fransa, Rusya ve ABD tarafından desteklenmiştir. 1923 yılında son nokta konduktan sonra bir daha gündeme gelmeyeceği düşünülmüş ancak Yunanistan tarafından 1994 yılında tekrar dünya gündemine “Pontus Soykırımı” olarak oturtulmak istenmiştir. Konuyla ilgili üç yardımcı doçentin makalelerinin toplandığı kitap, sorunun geçmişini ve gününü özetle anlatmış ve çözüm önerilerini de ortaya koymuştur.
29.12.2010

İsmi ve hacminden de anlaşılacağı üzere kitap Ermeni meselesine karşı yazarın şahsi düşüncelerinin bir haykırışını dile getirmiştir. İnceleme ve araştırmadan çok makale veya deneme mahiyetinde yazılmış bir kitap olduğunu söylemek pek yanlış olmaz. Ermeni meselesinde bugüne kadar yapılan ve yapılmayanları biraz kızgın ve kırgın bir şekilde dile getiren yazar, kitabında 13 Ekim 2000 tarihinde Gazi Üniversitesi ile Niğde Üniversitesi’nin Yeni Türk Edebiyatı bilim uzmanlığı öğrencileri ile bazı uzmanların katıldığı derste, katılanların “Ermeni Meselesi Nedir?” sorusunu gündeme getirmeleri üzerine gerçekleştirilen konuşmanın, 04-06 Mayıs 2005 tarihleri arasında Ankara’da yapılan “Ermeni İddiaları ve Azerbaycan gerçeği 1’inci Uluslar arası Sempozyumu”nda yaptığı açış konuşması ve 30 Mayıs 2005 tarihinde Nizami Caferov’un Bakü’de düzenlediği toplantıda sunulan konuşmaların bant kayıtları ve notlarına yer vermiştir.
Yaşanan sorunları ifade etmede başarılı olduğuna inandığım yazar Ermeni meselesinin (ve bunun gibi Türkiye’nin gündeminden hiç düşmeyen diğer sorunların) çözümü için üç öneride bulunmuştur. Birincisi, Türk halkının özellikle de geleceğin emanetçileri gençlerin Ermeni meselesini kirletilmemiş bilgi olarak öğrenmelerini sağlamak için tarih derslerinden yararlanmaktır. İkincisi, arşivlerimizi tasnif etmek, kullanılır hale getirmektir. Üçüncüsü ise, Ermeni meselesinde kirli bilgiye karşı tarihin aydınlığı adıyla bir kitap oluşturmaktır.
29.12.2010

Merak edilen ve biraz da gizli kapılar ardında kalan 1960 ve sonrası dönemi konuşmak ve yazmak her yiğidin harcı olmadığı bir dönemi yaşıyoruz. Belki ileride her şey gün yüzüne çıkacak, herkes gerçekleri tüm saflığıyla öğrenecektir. Belki de şu an bildiklerimiz gerçeğin ta kendisidir. Ama tarihi yine tarih yargılayacaktır.

Yazarımız emekli bir asker. İster istemez asker gözlüğünü çıkarıp atamamış, askerin haklılığından kendini alamamış bir asker. Ne tesadüftür ki o dönemde aldığı görevlere baktığımızda hep en kritik makamlarda olmasını başarabilmiştir. 1960 yılında Milli Birlik Komitesi İstihbarat Koordinasyon kontrol kurulu üyesi, 1962 yılında Harp Okulu İstihbarat ve Eğitim Şube Müdürü, 1971 yılında Kara Harp Akademisi öğretim üyesi, 1974 yılında Kıbrıs’a çıkan Kolordunun Kurmay Başkanı ve 1978 yılında Kahramanmaraş olaylarında 5’inci Zırhlı Tugay Komutanı. Dolayısıyla bu kitap olaylarla ve tam zamanında iç içe olmuş bir askerin gözüyle yazılmış bir kitaptır. Kitabın en kötü tarafı imla hatalarının çok fazla olmasıdır. Yayınevi kasıtlı olarak veya yazara saygı kabilinden hiçbir imla hatasını düzeltmeden kitabı basmıştır. Noktalama işaretleri, büyük-küçük harf kullanımı gibi hatalar çok fazla yer alıyor. Yazar yaşanan olaylarda asker tarafın haklılığını ortaya koymak için taraf olduğunu bazı cümlelerinde hissettiriyor okuyucuya. Yaşananlar yapılmalıydı gibi bir hava hissettiriyor. Bunları halkın da istediğini cümlelerin arasına serpiştiriyor. Bırakalım da buna da tarih karar versin. Farklı olaylara değinilse de yazılanlar çok fazla genel ifadeler olması sebebiyle pek tatmin edici değildir.
29.12.2010

Çevirisiyle okunması oldukça güçleşen kitaplar sınıfına sokulabilecek kitapta yazar milliyetçilik anlayışının Almanya’da ya da Almanlar arasında nasıl yok olduğunu ortaya koymuştur. Felsefik ve sosyolojik ağırlıklı Alman kimliğinde temel taşlarının oluşmasında önemli rol alan fikir adamları ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Özellikle 1980’lerden sonra Almanların diğer Avrupa ülkelerinden daha az ulusal gurur taşıdıklarını daha giriş bölümünde belirten yazar, bunun altında bir bastırma ya da değişen dünya koşullarında farklı birleşme yolları arama gibi alternatiflerden bahsetmektedir.
Sonuç; 1870’lerden sonra Almanya gerçekten modern bir ülke olmuştur. Almanya’nın uluslar arası düzendeki ağırlığı hiçbir zaman göz ardı edilemez. Kültürel bir toplumun ifadesi olarak ortaya çıkan Alman milliyetçiliği, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra eski ulus kavramını yitirmiştir. 1940’ların sonunda Almanya ve Alman kimliği pek çok Almanın gözünde itibar kaybetmiştir. 1950’lerden sonra yeni bir yapılanmaya girse de başarılı olduğu söylenemez.
29.12.2010

Kahramanların eksik olmadığı Osmanlı İmparatorluğu’nda böyle bir isim vermek bence biraz eksik olmuş. Kitapta anlatılanlar son kahramanlar değil, kahramanlardan sadece bir ikisiydi. İsmet Bozdağ güzel ve akıcı ifadeleriyle, biraz da hikaye havası ve şahitleri ile kahramanlarımızı çok iyi anlatmış kitabında. Peki kim bu kahramanlar? Hangi olayla kahraman olmuşlar.

Kitapta iki olaydan bahsedilmektedir. Birincisi Balkan Savaşı sonunda İstanbul’a dayanmış Bulgarlara karşı kendini feda etmeyi gözüne koymuş, İstanbul’dan bazen haberli bazen habersiz harekat ile, peşlerine taktıkları gözü kara vatanperverlerle Batı Trakya’yı kurtarmış ve ülkemizin şimdiki sınırlarına ulaşmasına katkıda bulunmuş üç kahramanımız Kuşçubaşı Eşref, kardeşi Selim Sami ve İbrahim Şehbender’i, ikincisi ise kutsal mekan Medine’yi şanla başlayan fakat kötü sonuçlanan bir müdafaasını canı namına göze alan ve terk etmeyi vatana ihanet sayan Fahrettin Paşa’yı anlatmaktadır.

Enver Paşa’nın gayri resmi olarak görevlendirdiği Kuşçubaşı Eşref, kardeşi ve İbrahim Şehbender’in de yardımıyla tümen gücünde bir gerilla birliği kurmuştur Batı Trakya’yı kurtarmak için. Bu üç kahraman Emirber Çeteler adı ile bilinen fedailer birliğini kurmuş, Eşref Bey’e de Umum Çeteler Komutanı adı verişmiştir. Bu fedailer arasında Galatasaraylı bıyıkları yeni terlemiş, iliklerine kadar vatansever ve atlet gençler, Erzurumlu dadaşlar, Çerkezler ve Kafkas kökenli yiğitler ile hapishane kaçkınları vardı. Parasız hükümet savaş tazminatı olarak Edirne’yi gözden çıkardığı bir zamanda bu yiğitler gerilla harekatıyla Batı Trakya’yı kurtarmayı başarmışlardı. Kendilerine dur denildiği zamanda bile tarihin tükürüğünü yüzünde duymak istemediklerinden, İstanbul Hükümetine karşı çıkarak yollarına devam etmişlerdir. Bunlara daha sonradan Süleyman Askeri ve Dr. Tevfik Rüştü (Aras) de katılmıştır. Bunlar sadece ellerindeki yiğitlerle değil, ayrıca özgürlüğe kavuşturduğu yörelerdeki halkı da aralarına almış ve zaferlerine zaferler katmayı başarmıştır. Kendi toprağını savunan insandan daha yiğit kim olabilirdi ki? Batılı devletlerin Osmanlı’yı sıkıştırmaları üzerine Batı Trakya Türk Cumhuriyeti kurulmuş ve bir süre sonra Osmanlı’ya bağlanmıştır. Batılı devletlere karşı 1913 yılında Türk, Ermeni, Rum ve Yahudi’lerden oluşan bir heyet kurulmuş ve bu heyet bütün Avrupa’yı gezerek Batı Trakya’nın Bulgar zulmünden kurtarılması gerçeğini insanlara haykırmıştır.
İnsanları akıl yönetse, milletleri sağduyu yürütse tarih tekerrür mü eder? Fakat insanları küçük duygular, milletleri küçük adamlar tesirleri altına almaya başladılar mı, milletlerin hayatında tarih, insanların hayatında hata durmadan tekrarlanıp durur… Batı Trakya Türk Cumhuriyeti hem kurulur, hem yıkılır… İkisi de, milletleri ve insanları akıl ve sağduyunun yönetmediğinin belgeleridir. Tarihe masal gözü ile bakanlar, daha doğrusu, onun haykırmalarını değil, fısıltılarını bile fark etmeyenleri önünde sonunda çok ağır kan vergisi, can vergisi verirler…

Birinci Dünya Savaşı’na müdahil olmuş Osmanlılar, her yerde, ateşi kanla söndürüyordular. Çölün ortasındaki Filistin cephesinde de durum pek farklı değildi. Farklı olan bu cephede Medine savunması görevini üstlenen, İngilizlerin kendisini Çöl Kaplanı diye adlandırdığı Fahrettin Paşa’dır. Enver Paşa’nın tazimkâr tabirleri bulunmayan sözlerini bahane ederek emrindeki Arapları ayaklandıran Şerif Hüseyin etrafına topladığı insanlarla, İngilizlerin de desteğini alarak Osmanlı’ya karşı isyan bayrağını çekmiştir. Mekke, Cidde ve Taif Kalesi bir kurşun atmadan teslim olmuştur. Mekke Vali ve Kumandanı Galip Paşa (Selanik’i Yunanlara bir tek kurşun bile atmadan teslim eden Tahsin Paşa’nın kardeşi) keyfini bozmadan “bol cephane ve yiyeceğimiz olmasına rağmen, fazla kan dökülmesine mani olmak için” gibi ecdadımıza yakışmayan bir karşılıkla Mekke’nin anahtarını isyancılara teslim etmiştir.
Bunların yanında askeri ile hemhal olmuş, onunla yatmış kalkmış, onunla çileler çekmiş, çözüm aramış Fahrettin Paşa gibi devletinin onur meselesi olarak kabul ettiği Medine savunmasına kafasını eşiğe koyup çiğnenmeden buranın teslim alınamayacağını haykıran komutanlar da mevcuttu. Düşman yetmezmiş gibi, açlık, çekirge, iskorbüt ve İspanyol humması ile de savaş veriyordu bu asil milletin evlatları Medine’nin kızgın çöllerinde. Fahrettin Paşa askerin sadece komutanı değil, aynı zamanda hocası ve doktoru da olmuştur. Kitapta bizzat kendi yaptığı araştırma ve çalışmalara binaen yazdığı günlük emirleri okuyunca, komutan olarak olayların ne kadar içinde olduğu anlaşılmaktadır koskoca Paşa’nın. Bazen askerin günlük iaşesini düzenlemiş, bazen çekirge yemenin faydalarından bahsetmiş ve kendisine hediye olarak çekirge gönderilmesini salık vermiş, kimlerin hurma toplayabileceğini ve buna aykırı hareket edenlere neler olacağını ve olduğunu gibi birçok detaylı emri bizzat Paşa kendisi kaleme almıştır. Kendisine Medine’den çekilme emri verilince en azından bir alay kadar kuvvetle burada kalmaya gönüllü olmuş ve kalmıştır. Kutsal emanetleri İstanbul’a göndermiş ve zamanla azalan riayetinin kendisini arkadan vuruncaya kadar metanetini korumuştur. Mondros mütarekesinin imzalanmasından sonra emrindeki subaylarının kendisinin zaaf bir anında kandırması ile Medine’yi istemeye istemeye terk etmek zorunda kalmıştır.

Kahramanların geçit töreni düzenlediği Osmanlı İmparatorluğunda bunlar gibi kimbilir kaç kahraman bulunmaktadır. Bazılarının isimleri mezar taşlarına bile yazılmamış, bir köşede kaybolup gitmiştir. Bu ecdadın torunları bugün de aramızda bulunmaktadır. Tarih içinde kendisini ispatlamış bu torunlar şimdi de farklı yer ve farklı zamanlarda bu vatana hizmet etmeye devam etmektedirler. Ve etmeye de devam edecekler…
KitapAvrupa © 2025
© 2010-2025 Her Hakkı Saklıdır.