Elinizdeki sayıyı da, "Mozart ve Biz" özel sayısı gibi, müzik ağırlıklı bir sayı olarak hazırladık. "Tanburî Cemil Bey çalıyor eski plakta" başlığını taşıyan zengin dosyamızda önemli yazılar, röportajlar, şiirler ve iktibaslar bulacaksınız. Mozart gibi bir musiki dehası olan Cemil Bey, onun gibi genç yaşta ölmüş, onun gibi, çok az kişinin katıldığı mütevazı bir cenaze töreniyle toprağa verilmiş ve ne yazık ki mezarı onun mezarı gibi kaybolmuştur.
Tam doksan yıl önce (28 Temmuz 1916) kaybettiğimiz, sadece icracılığıyla değil, saz eserleriyle de üstün bir başarı gösteren Cemil Bey, geçen asrın başlarında, çok yeni bir buluş olan gramofon ve taş plak teknolojisinin popülerleştirdiği ilk Türk sanatkârıydı. Türk musikisi imparatorluk coğrafyasında, onun gramofon borularından taşan cızırtılı tanbur ve kemençe nağmeleriyle yayıldı ve sevildi. Önemli bir taş plak koleksiyoncusu olan Muammer Karabey, dosyamızda yer alan röportajında haklı olarak "Taş plak olmasaydı, Cemil Bey’i kaybederdik" diyor. Tanburî Necdet Yaşar ise bu büyük icracı ve bestecinin musikimize ve tanbur icrasına getirdiği yenilikleri anlattı. Necdet Yaşar üstadımız, bilindiği gibi, Cemil Bey’in oğlu Mesut Cemil’in talebesidir.
Dosyamızın yazarlarından biri de CRR Genel Sanat Yönetmeni Yalçın Çetinkaya. Batılı mânâsındaki "virtüoz"la "sâzende" arasındaki farktan söz eden Çetinkaya, Cemil Bey’in virtüozluğu aştığını, sazıyla rekabet halinde bir virtüoz değil, onunla bütünleşmiş bir "sâzende" olduğunu söylüyor. Tamer Kütükçü’nün tezi de ilgi çekici: Değerli yazara göre, saraydan ziyade halka yakın ve tasavvufi olmaktan çok profan bir sanatkâr olan Cemil Bey’in tanbur çalış tarzına getirdiği yenilik, hayat tarzıyla yakından ilgilidir.
Bu dikkate değer görüşleri tartışmak isteyenlere dergimizin sayfalarının açık olduğunu belirtmek isterim.
Dosyamız elbette bu kadar değil: Uğur Derman Bey, şair Hüseyin Haşim Bey’in ailesi tarafından kendisine verilen evrak arasında bulduğu, Cemil Bey’in ölümü üzerine yazılmış dokuz rubaiyi bizimle paylaştı. Bu vesileyle, unutulmuş değerlerimizden biri olan Hüseyin Haşim Bey’i hayırla yad etmiş oluyoruz. Mehmet Güntekin "Cemil Bey ve Ailesi Hakkında Yanlış Bildiklerimiz"in doğrularını gösterirken, Emre Ayvaz, Mesut Cemil Bey’in Tanburî Cemil’in Hayatı adlı ünlü eseri hakkındaki düşüncelerini anlatıyor. Türkçede yazılmış en güzel biyografilerden biri olan bu eser, bilindiği gibi, Uğur Derman Bey tarafından özenle hazırlanmış, Kubbealtı Neşriyatı tarafından yayımlanmıştı.
Bu sayımızda, dosya dışında da önemli yazılar ve şiirler var. Bahtiyar Aslan tarafından Prof. Dr. İnci Enginün’le Tanzimat’tan Cumhuriyet’e adlı yeni eseri etrafında yapılan röportajın ilginizi çekeceğini sanıyorum. Nazan Bekiroğlu, Mavi Gül Dalı gibi üç sayı sürecek Cam Irmağı-Taştan Gemi adlı uzun ve çarpıcı hikâyesiyle bu sayımızı zenginleştirdi. Sanat, sanatçının hürriyeti, gelenek ve kendilerini ebedileştirmek isteyen tiranların sanatla ve sanatçılarla ilişkisinin anlatıldığı bu çarpıcı hikâye felsefî bir derinlik taşıyor. Funda Özsoy Erdoğan’ın kısa mektuplardan oluşan Sana Yazdığım Bir Mektup Olsam adlı hikâyesini de seveceğinizden eminim.
Bu sayının şairlerine gelince: Cahit Koytak, Fatma Çolak ve Ali Osman Dönmez...
Ayrıca: Haluk Oral, Orhan Veli’nin Efsane şiirini Yahya Kemal’le alay etmek için yazdığına dair "efsane"yi çürütüyor.
Mustafa Aydoğan, "Edebiyatımızın Ev Hali" başlıklı özel sayımızdaki yazısından sonra "ev" konusuyla daha yakından ilgilenmeye başladı: Bu sayımızdaki incelikli yazısında, farklı hayatların ve duyarlıkların yaşandığı evleri ziyaret ediyor.
Hüsrev Hatemi hocamız ise, "İran Kültürü ve Biz" özel sayımızda adı geçen Kâzım Recevi İzed hakkında bir yazıyla katıldı aramıza. Hüsrev Bey’in yakın akrabası olan ve 1950’lerde Türkiye’deki edebiyat çevreleriyle yakın ilişki kurarak Türkiye Türkçesinden Farsçaya bir hayli tercüme yapan Kâzım Recevi, birkaç yıl önce 96 yaşında ölmüş.